Atatürk ve Trablusgarp Savaşı


("Kaynaklar ve Belgeler" Bölümü İçerisinde Yararlandığımız Bütün Kaynakları ve Belgeleri Yayınladık)
Günümüzde Libya ismi ile bilinen, Osmanlı Devleti’nin 19. Y.Y.’da kuzey Afrika'da kalan son toprak parçası Trablusgarp, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (16.yy) Osmanlı topraklarına katıldı.

1870’lerde siyasi birliğini sağlayan İtalya da, Fransa ve İngiltere gibi dünya üzerinde sömürge sahibi olmak istiyordu; fakat birçok bölge iki devletin de kontrolündeydi. İtalya'nın ilk sömürgeleştirme denemesi Habeşistan’dı ve burada başarılı olamayarak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Hammadde ihtiyacı giderek artan İtalya'nın bir sonraki adımı Trablusgarp olacaktı. Trablusgarp İtalya'nın eline geçerse; ülkeye birkaç avantajı olacaktı. Bunların en önemlisi; Trablusgarp’ın coğrafi açıdan İtalya'ya çok yakın olmasıydı. Bu sebepten Osmanlı Devleti'ne kesin uyarı vererek, Trablusgarp’ın kendilerine verilmesini talep ettiler. Bu kesin uyarıdan önce ise; Fransa ve İngiltere ile gizli anlaşmalar yapan İtalya, bu iki devletten herhangi bir tepki almayacaklarına dair garanti almıştı. İtalyanlar bu garantiden sonra Trablusgarp’a saldırmak için bahaneler üretmeye başladılar ve dünya kamuoyuna yapacakları saldırının haklı sebeplere dayandığına dair mesajlar verdiler.   

Osmanlı’dan ret cevabı alan İtalyanlar, 30 Eylül'de Trablus şehrine saldırdılar ve 5 Ekim günü şehri aldılar. İtalyan işgalinden önce Osmanlı, askerlerinin büyük bir kısmını Trablusgarp’tan çektiği için Osmanlı Devleti’nin elinde çok az sayıda kuvvet vardı. Bu yüzden bazı gönüllü subaylarını Trablusgarp’a göndermek için, yerli halktan direnişçi kuvvetler oluşturmak istenmiş ve başarılı da olunmuştur. Savaşın başında İtalya'nın mevcudu 100.000 civarında iken, gelen destek kuvvetleriyle birlikte sayıları 150.000'i bulmuştur. Osmanlı Devleti’nin ordusu da 8.000'i düzenli askerlerden, 20.000'i ise yerel kuvvetlerden oluşmak üzere 28.000 kişiyi buluyordu.

Trablusgarp Savaşı, genel anlamda üç cepheye ayrılmış durumda idi: Trablus, Bingazi, Derne. Bu cephelerin komutanlığını Osmanlı Devleti'nin gönüllü subayları üstlenmişti. Trablus cephesinin komutasını Neşet Bey, Bingazi'nin komutasını Enver Bey ve Derne'nin komutasını ise Mustafa Kemâl üstlenmişlerdi. Bu isimlerin yanında Fuat, Nuri ve Fethi Beyler de Trablusgarp’a gönüllü olarak giden subaylardır. İtalyan ordusunun komutasında ise; Luigi Caneva bulunmaktaydı. İtalya, savaş sırasında Trablusgarp'ın güneyine inememiş ve kıyı şeridinde çok dar bir alanda kalmıştır. Ordunun bu başarısızlığı üzerine İtalya Ege'de Osmanlı Devleti'nin ‘’on iki ada’’ olarak bilinen adalarına çıkarma yapmış ve bu adaları da işgal etmişti.
Trablusgarp savaşında tarihe geçecek bazı ilkler yaşanmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

- Uçak bir silah olarak ilk defa bu savaşta kullanılmıştır. (Havadan kara bomba atılarak.)
- İlk defa bir uçak silahla vurularak düşürülmüş ve pilotu ise esir alınmıştır.
- Atatürk’ün ilk katıldığı sıcak savaştır. Gerilla savaş taktiklerini ilk burada kullanmıştır.

1912 yılında Balkan halklarının Osmanlı Devleti'ne karşı birleşerek saldırması sonucu, Osmanlı Devleti Trablusgarp'ta zor duruma düşmüş ve burada bulunan subaylarını Balkanlarda görevlendirmek için geri çağırmak zorunda kalmıştı. Bu yüzden İtalya'ya barış teklifinde bulunmak zorunda kaldı. Osmanlı Devleti ile İtalya, Lozan'da anlaşmaya da ismini veren kalede 18 Ekim 1912'de anlaşma imzaladılar. Anlaşmaya göre; Trablusgarp İtalya'ya bırakılacaktı. Aynı zamanda Balkan Savaşları sırasında on iki ada İtalya'nın kontrolünde kalacak ve savaş sonrası tekrar Osmanlı kontörlüne verilecekti.

Diğer bir yönden: Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemâl’in komutanlık ve teşkilât kurmadaki üstün niteliğini gösterdiği ilk yerdir. Mustafa Kemâl, gazeteci Mustafa Şerif adıyla, sahte belge ve pasaportlarla İstanbul’dan 15 Ekim 1911’de Naci, Hakkı ve Yakup Cemil Beyler ile yola çıkar. Yolda paraları biter. Genel merkezden üç yüz lira isterler. Gelen ilk yanıtta “Para yok, Enver’e ulaşın” denilir. Sonra, Mustafa Kemâl’in senediyle Naci Bey, Ömer Fevzi Bey’den iki yüz İngiliz lirası alır ve yola devam edilir. Mustafa Kemâl, yolda hastalanır ve İskenderiye’ye dönerek on beş gün hastanede yatar. Bu arada, Nuri (Conker) ve Fuat (Bulca) Beyler de ona katılırlar. Tekrar hep birlikte yola çıkarlar.

Atatürk ve arkadaşları düşman askerlerinin kol gezdiği işgal altındaki topraklarda defalarca yakalanma ve öldürülme tehlikesi atlatırlar. Buna rağmen halkı örgütlerler ve muazzam bir direniş başlatırlar. Böylece İtalyanlar kıyıda çakılır kalır! Ancak Atatürk Derne’de, 16 Ocak muharebesinde gözünden yaralanır ve gözü kapanır. İtalyanlar tarafından pusuya düşürülür ve bir İtalyan uçağından atılan bomba sonucu gözünden yaralanır.

(Ahmet) Fuat Bulca şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemâl bir taarruza karar verdi. Her şeyi hazırladık. Hedefimiz Kasr-ı Harun idi. Burası zannederim Kartacalıların zamanından kalan bir harabe idi; civara hâkimdi ve onu elinde bulunduran tarafın, karşı tarafın ateşlerine karşı bir müdafaa hattı kurması mümkün olacaktı. Cidden çok kıymetli bir kurmay olan Mustafa Kemâl, burasını ele geçirmek için günlerce dikkatli bir plân hazırladı. Yanındaki az sayıda arkadaşlarıyla süvari hücumuna kalkıştı. Kendisini zapt edemedim. Nitekim kısa bir zaman sonra, ben artçı kuvvetlerle kalmıştım; o, Kasr-ı Harun’un ilk basamakları önüne erişmişti. Burada boğaz boğaza bir boğuşmadır başladı. Harabenin duvarlarının arkasında geçen bu mücadelenin safhalarını göremiyordum. Biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken, Mustafa Kemâl’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü. İşte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. İki İtalyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu.  Mustafa Kemâl’in yanına vardığımda, onun yüzünü tanınmaz bir hâlde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili sağ gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti.”

Bu olay sonrasında bir ay Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde tedavi görür. Tamamen iyileşmeden hastaneden çıkıp yine savaşa katılır. 4 Mart 1912’de yapılan genel savaş çok çetin geçtiğinden, gözündeki rahatsızlık tekrarlar. Bu yüzden Atatürk, on beş gün yataktan kalkamaz.


Kronolojik Çizgide Kimi Olaylar

24 Eylül 1911: Atatürk’ün İstanbul’dan Selânik’te bulunan (Salih Bozok) Bey’e mektubu: “Genelkurmay 1. Şube’ye memur edildim. Orduyu, memleketi kurtarmak için çok defa fedakârane çalışmak lâzım. Başka çare yok! İstanbul muhiti pek pis, herkes kişisel çıkarından başka bir şey düşünmüyor!” (H.A.Y. s.153).

17 Ekim 1911: Atatürk’ün İskenderiye’ye giderken vapurdan Fuat (Bulca)’ya mektubu: “15Ekim’de İstanbul’dan hareket ettim. Lüzum ve fayda görürsem seni ve daha bazı arkadaşları da isteyeceğim. Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğundan ziyade gayret ve fedakârlık zorunludur.” (H.A.Y. s.155).

21 Ekim 1911: Atatürk’ün İstanbul’dan İskenderiye’ye gelişi (Borak, s.93) (Bu tarihin, A.H.E. s.50’de 16 Ekim 1911 olarak gösterilişi yanlıştır).

23 Ekim 1911: Atatürk’ün İskenderiye’den Trablusgarp’a hareketi (Borak, s.9 ) (Atatürk, yolda hastalanması nedeniyle tekrar İskenderiye’ye dönerek on beş gün kadar hastanede tedavi gördükten sonra 29 Kasım 1911 günü yeniden Trablusgarp’a hareket etmiştir. 15 Ekim 1911’de İstanbul’dan beraber hareket eden arkadaşları ise yollarına devam etmişlerdir.)

7 Kasım 1911: Nuri (Conker)’in İstanbul’dan Selânik’te bulunan Salih (Bozok)a mektubu: “Pazar günü buraya geldim. Beni Mustafa Kemâl yazmış” (H.A.Y. s.157).

12 Kasım 1911: Nuri(Conker)’in İstanbul’dan vapurla İskenderiye’ye gelişi (H.A.Y. s.158)

15 Kasım 1911: Atatürk’ün İskenderiye’den şerif takma adıyla- Selânik’te Salih (Bozok)’a mektubu: “Ben seyahatin bir noktasında tedavi için İskenderiye’ye geldim. İyileşmek üzereyim. Birkaç gün sonra tekrar yola çıkacağım” (H.A.Y. s.160)
Nuri (Conker)’in İskenderiye’den, Selânik’te Salih (Bozok)’a mektubu: “Burada bir hemşeri daha bulduk: Bizim şerif (Mustafa Kemâl). Kendisinin evvelce buralara geldiğini biliyordum; fakat burada kalacağını tahmin etmiyordum. Kendisi burada hastalanmış, yolculuğa devama muvaffak olamayarak hastaneye yatmış. Şimdi tedavi olmaktadır. Kendisini gördüm. Hastalığı ehemmiyetsizdir. Üç-dört güne kadar çıkacaktır. Beraber seyahat edeceğiz” (H.A.Y. s.158-159)

27 Kasım 1911: Atatürk’ün binbaşılığa yükselişi (K.A.M.M.T. s.108,618; A.H.E. s.51; K.A. s.868; Borak, s.93; A.A.K. s.54; A.Y.A. s.15; A.Y. s.25; O.İ.H. ve K.M.K. s.56; A.A.S. s.8; K.A.B.K.Ö. s.98; A.N.M. s.176).

28 Kasım 1911: Atatürk’ün,  İskenderiye’den şerif takma adıyla-  Selânik’te Salih (Bozok)’a mektubu: “Yolculuğun ilk devresini savdık. Şimdi ikinci yolculuğa çıkıyoruz. Bizim valide acaba ne haldedir?” (H.A.Y. s.160).

29 Kasım 1911: Atatürk ve arkadaşlarının (Nuri “Conker”, Fuat “Bulca”) İskenderiye’den Trablusgarp’a hareketi (H.A.Y. s.161). (Atatürk ve arkadaşları İskenderiye’den trenle Ebülhaccac İstasyonu’na, oradan da 1 Aralık 1911 günü hareketle sekiz günlük bir yolculuktan sonra, Bingazi toprağına geçmişlerdir).

8 Aralık 1911: Atatürk ve arkadaşlarının Mısır sınırını geçerek Bingazi toprağına geçişleri (A.H.E., s.50; Borak, s.94; H.A.Y. s.161). (Atatürk, burada Tobruk Bölgesi komutanı Ethem Paşa’nın Kurmay Başkanı olarak göreve başlamıştır. A.A.K. s.54; O.İ.H. ve K.M.K. s.54; A.Y.A. s.14).

12 Aralık 1911: Atatürk ve arkadaşlarının Defne (Resul Defne)’ye gelişi (H.A.Y. s.162-163).

14 Aralık 1911: Nuri (Conker)’in Defne’den Selânik’te Salih (Bozok)’a mektubu: “Mustafa Kemâl, Fuat beraber olarak çadırdayız. Mektup hepimizdendir” (H.A.Y. s.164).

15 Aralık 1911: Atatürk ve arkadaşlarının Defne’den Tobruk’a hareketi (H.A.Y. s.163).

16 Aralık 1911: Atatürk ve arkadaşlarının Defne’den Tobruk’a gelişi (H.A.Y. s.163).

19 Aralık 1911: Atatürk’ün –Ethem Paşa’nın yerine - Tobruk Bölgesi Komutanlığına getirilişi (A.Y.A. s.15; O.I.H. ve K.M.K. s.56).

22 Aralık 1911: Atatürk komutasındaki yerli kuvvetlerin Tobruk bölgesinde İtalyanlara baskın şeklinde taarruzu ve düşmana ağır zayiat verdirilmesi (Erden, s.12; A.A.K. s.54; A.H.E. s.50; K.A., s.99; Borak, s.94; A.Y.A. s.16; İ.O.İ.H. ve K.M.K. s.97-99, 208; M.K.İ.S., s.190).

30 Aralık 1911: Atatürk’ün Derne’ye gelişi ve Derne Doğu Kolu Komutanlığı’nı üzerine alışı (M.K.İ.S. s.190,193). (Bu tarih, O.İ.H. ve K.M.K. s.30-31, 208’de 22 Aralık 1911 olarak verilmiş, A.A.K. s.54; K.A. s.100, A.H.E. s.50; A.Y.A. s.16; A.N.M. s.176’da ise ay belirtmeksizin 1912 olarak gösterilmiştir).

1911: Atatürk’ün, “Tâbiye Tatbikat Seyahati” adlı kitabının Selânik’te yayımlanması (A.A.D.E. s.8; K.A. s.59). (Bu küçük kitap, 5. Kolordu’nun 19-20 Nisan 1911 günleri yaptığı ve Atatürk’ün de kolağası rütbesiyle katıldığı bir askerî tatbikatın not ve krokilerinden oluşmuştur).

16/17 Ocak 1912: Atatürk komutasındaki yerli kuvvetlerin Derne’de İtalyanlara karşı baskın şeklinde taarruzu. Libya Derne’de göz yaralanması. (K.A. s.100; Borak, s.95; O.İ.H. ve K.M.K. s.171-174,208; M.K.İ.S. s.190).

18 Ocak 1912: Atatürk’ün Derne’de Hilâliahmer (Kızılay) Hastanesine yatışı (Bir ay tedavi gördükten sonra çıkmıştır) (O.İ.H. ve K.M.K. s.280-281).

3 Mart 1912: Derne bölgesindeki yerel kuvvetlerin İtalyanlara baskın şeklinde taarruzu, şiddetli çarpışmalar olması ve Atatürk’ün komuta ettiği Doğu Kolunun taarruzu karşısında düşmanın bozguna uğrayarak ağır zayiat verişi (O.İ.H. ve K.M.K. s.179-181,209).

4 Mart 1912:  Göz rahatsızlığının tekrarlaması.

6 Mart 1912: Atatürk’ün Derne Komutanlığı’na atanması (M.K.İ.S. s.190,193). (Bu tarih K.A. s.868 ve A.N.M. s.176’da 12 Mart 1912 olarak gösterilmiştir).

2 Nisan 1912: Atatürk’ün Derne’den Selânik’te bulunan Binbaşı Behiç (Erkin) Bey’e –İtalyan kuvvetleri karşısında 3 Mart 1912 günü kazanılan başarı hakkında- mektubu (A.So. V.8.X.1947 A.S.A.H.A.H. s.600; Ö.A.Ö.M. s.46-47)

8/9 Mayıs 1912: Atatürk’ün Derne’de Aynı Mansur Karargâhından, Selânik’te Salih (Bozok)’a mektubu: “Biz vatana borçlu olduğumuz fedakârlık derecelerini düşündükçe, bugüne kadar yapılan hizmeti pek değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses; bize vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe, gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demir atmış olduğunu görmedikçe vazifemizi bitirmiş sayılamayacağımızı ihtar ediyor! Vatan mutlaka selâmet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selâmetini, kendi saadetini memleketin ve milletin selâmet ve saadeti için feda edebilen vatan evlâtları çoktur” (H.A.Y. s.164-165).

22 Mayıs 1912: Atatürk’ün, Derne’de Aynı Mansur Karargâhından Kerim Bey (Abdülkerim Paşa)’e mektubu: “İstanbul’dan hareket tarihimiz olan 15 Ekim 1911’den bugüne kadar geçen yedi-sekiz ay içinde size ancak bir-iki ve pek kısa mektup göndermiştim. Bunların elinize geçip geçmediğini bilmiyorum” O.İ.H. ve K.M.K. s.207-210.

2 Temmuz 1912: Askerlerin siyasetle uğraşmasını yasaklayan kanunun Meclis-i Mebusan’da kabulü (A.H.E. s.46; Borak, s.103; A.K.D.D.A.Y. s.17) (Atatürk bu görüşü 22 Eylül 1909’da toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’nde savunmuş, ancak o zaman bir sonuç alınamamıştır).

29 Temmuz 1912: Atatürk’ün, Derne’den Selânik’te Binbaşı Behiç (Erkin) Bey’e mektubu: “Askerleri siyasetle uğraşmaktan men için bir kanun maddesi yapmışlar. Ben iki yıl önce tesadüfen bulunduğum bir kongrede, “Askerleri bırakınız” dediğim için gerici oldum; idama mahkûm edildim. Zaman ve olaylar, her türlü gerçekleri kanıtlar ve belirtir; fakat bazen böyle bir öldürücü darbe indirerek!” (A.So. V.9.X.1947; A.S.A.H.A.H. s.599-560; A.H.E., s.46; Borak, s.48-49; A.K.D.D.A.Y. s.17).

4 Ağustos 1912: Atatürk’ün Derne Komutanı olarak günlük emri: ”Bütün subaylar ve askerî kişiler harbe katıldıkları günden bugüne kadar gözlem ve izlenimlerine dair gayet kısa ve maddî esaslara dayalı birer defter yapacaklardır. Bu defterler bir aya kadar tamamlanmalıdır” (K.A. s.13-14; Borak, s.103; A.Y. s.26; O.İ.H. ve K.M.K, s.213-214).

11 Eylül 1912: İtalyanların General Reissoli komutasında takviyeli kuvvetlerle, Derne üzerine üç koldan taarruzu; ancak Atatürk komutasındaki kuvvetlerin karşı taarruzuyla ilerlemelerine imkân verilmemesi (K.A. s.101-102; A.Y.A. s.17).

15 Eylül 1912: Salih (Bozok), Mahmut (Soydan) ve Vasıf (Çınar) Beylerin İstanbul’dan, Derne’de bulunan Atatürk’e, Halaskâr Zabitan Grubu’nun eylemleri hakkında bilgi veren müşterek mektupları: “Bizim içimizde ruh ve beyin olacak bazı vücutlar var ki, onların bugün aramızda bulunmamalarını pek şiddetle hissetmekte olduğumuz içindir ki; bunları yazıyoruz!” (H.A.Y. s.167-169).

8 Ekim 1912: Karadağ’ın Osmanlı Devletine harp ilânı ile Balkan Harbi’nin başlaması (İ.O.T.K.IV, s.388;K.A. s.106; Borak, s.107; A.A.S.K. s.275; A.K.D.D.A.Y. s.16; A.Y.A. s.18; O.İ.H. ve K.M.K. s.190) (Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve Karadağ Osmanlı Devleti’ne karşı aralarında bir anlaşma yapmışlardı. Bu anlaşmayı kısa süre sonra 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın, 18 Ekim 1912’de Yunanistan ve Bulgaristan’ın, 20 Ekim 1912’de de Sırpların harp ilânı izledi. Osmanlı Devleti de adı geçen Balkan devletlerine savaş ilân etti. A.K.D.D.A.Y. s.16; O.İ.H. ve K.M.K. s.190).


Özer YAVUZASLAN, Melih Canberk DİN, DAÜ – Atatürkçü Düşünce Kulübü